5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ; Söylemler ile Gerçekler Arasındaki Uçurum Çok Büyük

5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ

Söylemler ile Gerçekler Arasındaki Uçurum Çok Büyük

5 Haziran Dünya Çevre Günü, 1973 yılından beri çevresel sorunlara yönelik farkındalık oluşturmak amacıyla küresel ölçekte anılan bir gündür. Ancak her yıl yinelenen bu sembolik tarihlerde yapılan açıklamalar ile çevre politikalarının ve uygulamalarının gerçekliği arasında ciddi bir uyumsuzluk gözlemlenmektedir. Özellikle, çevre söylemi ile öne çıkan bazı aktörler, faaliyetlerinden ya da idari anlamda yetkilerinden dolayı çevresel tahribatın sorumluları olduğu bilinmelidir.

Çevre Günü Öncesi Trabzon Yeniden Uyarıldı;

Sürekli olarak tekrarlayan çevre felaketlerinden birisi daha 3 Haziran günü Trabzon’da yaşandı. Bu olayın ne olduğunu anlayabilmek için, Doğu Karadeniz bölgesinde yakın tarihli sel ve taşkın olaylarından bazılarını hatırlamak gerekir. Örneğin 1929 Rize, 1946 Trabzon-Of, 1988 Ardeşen, 1990 Hopa, 1998 Giresun,1998 Beşköy, 2002 Rize- Artvin, 2010 Rize, 2020 Giresun ve 2024 Eylül Araklı gibi birçok farklı yerde yaşanan sel ve taşkınlarda onlarca insanımız yaşamını yitirdi, yollar köprüler tamamen yıkıldı ya da zarar gördü, konutlar ve iş yerleri sular altında kaldı ve kullanılamaz hale geldi.

Su Denize Ulaşamadı;

Bu olaylar yağışlar sonucu oluşmuştur. Ancak bu yaşananlar hiçbir şekilde iklim değişimi ile açıklanamaz. Bu yaşananlar, caddeler ile sokaklara dere özelliği kazandırılması ve deniz kenarına kadar inen suyun denize ulaşmasını engelleyen bir yapılaşmanın sonucudur bu yaşananlar. Tüm Karadeniz sahil yerleşimlerinde aynı olayların yaşanması kaçınılmazdır. Bu konuda 20 Eylül Araklı taşkını sonrası yaptığımız açıklamada gerekli uyarıları yapmıştık. Tekrar ediyoruz bu olayların benzerinin tüm sahil yerleşimlerinde tekrarlanma olasılığı çok yüksektir.

Çevre Günü Anlamı;

Çevre gününün önemini çevre haftasında hatırlatan bu olayın yanı sıra diğer çevre olaylarına da bakmak gerekir ise;

Son yıllarda, çevresel sorunlar çoğunlukla “iklim değişimi” ekseninde ele alınmaktadır. Bu yaklaşım, çok katmanlı olan çevresel sorunların gerçeğini göz ardı etmektedir. Oysa iklim değişiminin, doğrudan insan kaynaklı faaliyetler sonucu atmosfere salınan sera gazlarının oluşturduğu küresel ısınma kapsamında ele alınması gerekir. Çevresel sorunların sadece iklim değişimi çerçevesinde açıklanması tüm çevresel sorunların gerçek nedenlerinin gizlenmesidir. Özellikle arazi kullanımındaki dönüşümün, ormansızlaşmanın ve biyolojik çeşitliliğin azalması, katı, sıvı ve gaz atık sorunlarının öncelikle kirlilik ve çevrenin kalite değişimi yönünden ele alınması gerekir.

Atmosfere salınan sera gazlarının küresel ölçekte etkili olduğu, ulusal sınırları aşan sonuçlar doğurduğu bilinmektedir. Bu durum, çevresel sorunların yalnızca yerel ya da bölgesel sorunlar değil, küresel güvenlik ve adalet sorunları haline geldiğini göstermektedir. Bu bağlamda, çevresel sorun tanımının sadece “kirlenme” ekseninde değil, “doğal yaşam ortamlarının yaşanılamaz hale gelmesi” biçiminde genişletilmesi gereklidir.

Ancak bu sorunların ötesinde, çevresel bozulmayı artıran bir unsur olarak savaşların etkisi de göz ardı edilmektedir. Günümüzde birçok devlet, gelişmişliğini savunma sanayisindeki teknolojik kapasiteyle ilişkilendirmektedir. Bu durum çevre politikalarının arka planda kalmasına yol açmaktadır. Savaşlarda kullanılan konvansiyonel ve nükleer silahların doğa üzerindeki yıkıcı etkileri, yalnızca çatışma süresince değil, uzun yıllar boyunca devam eden çevresel felaketlere neden olmaktadır. Bu etkiler, toprak ve su kirliliği, biyolojik çeşitliliğin kaybı ve ekosistemlerin geri döndürülemez biçimde tahribatı gibi çok boyutlu sonuçlar doğurmaktadır.

I.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da 40 milyondan fazla insanın yerinden edildiği bilinmektedir. Yaşanan bu durum nedeniyle, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu (BMMYK), 14 Aralık 1950’de kurulmuş ve 1951 Mülteci Sözleşmesi kabul edilmiştir. BMMYK, mültecileri korumak amacıyla yapılan uluslararası hareketleri düzenlemek, onlara liderlik etmek ve dünya çapındaki mülteci sorunlarını çözmekle yetkilendirilmiştir.

1990 yılında sığınmacı durumuna düşen 2 milyon kişi, ülke için yerinden edilen 21 milyon kişi ve 17 milyon mülteci olmak üzere toplam 39 milyon kişi etkilenmişken, 2023 yılında 8 milyon kişi sığınmacı, ülke içi yerinden edilen 683 milyon kişi ve 43 milyon mülteci olmak üzere toplam 117 milyon insan etkilenmiştir. Dünya genelinde silah üretimi ve satışı, 2023 yılında önemli bir artış göstermiştir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, dünyanın en büyük 100 silah üreticisi şirketinin yıllık gelirleri 2023’te toplamda 632 milyar dolara ulaştı. Bu, bir önceki yıla göre %4,2’lik reel bir artışı ifade etmektedir.

Türkiye’de katı atık üretim miktarı (2022);

Belediyeler (Evsel Atıklar) 30,3 milyon ton,

İmalat Sanayi 28 milyon ton (5,4 milyon tonu tehlikeli)

Maden İşletmeleri 26,3 milyon ton (dekapaj malzemesi hariç)

Termik Santraller 27,8 milyon ton (10,5 bin tonu tehlikeli)

Organize Sanayi Bölgeleri (OSB): 323 bin ton

Türkiye’de katı atıkların düzenli depolanması için kullanılan toplam kapasite, 2020 yılı itibarıyla yaklaşık 1,2 milyar metreküp olarak belirlenmiştir. Bu kapasite, ülke genelinde faaliyet gösteren 174 düzenli depolama tesisine aittir.

DB verilerine göre, kişi başına günlük katı atık üretimi, 1990’daki 0,64 kg (toplam 1,3 milyar ton) seviyesinden 2023’te 0,74 kg (2,3 milyar ton) seviyesine yükselmiştir. Atık miktarları bölgelere ve ülkelere göre çok farklılıklar göstermektedir. Mevcut eğilimler devam ederse, 2050 yılına kadar küresel ölçekte belediye atık miktarının 3,88 milyar tona ulaşması beklenmektedir.

Atıklar çoğunlukla sanayileşmiş ülkelerde üretilmekte ve gelişememiş ülkelere gönderilerek orada depolanmakta ya da işlenmektedir.

AB’nin 2021 yılında ihraç ettiği 19,5 milyon ton demirli metal atığın 13,1 milyon tonu (%67) ile kâğıt ve karton atıklarının 4,9 milyon tonu Türkiye’ye getirilmiştir.

AB ülkeleri gibi bazı ülkeler, ekonomik ve çevresel nedenlerden kaynaklı işlemek istemediği demirli metal atıkları diğer ülkelere ihraç eder. Türkiye de önemli miktarda katı atık ithal eden ülkelerden biridir.

Türkiye’ye en fazla plastik atık gönderen ülkeler sırasıyla İngiltere (140.907 ton), Almanya (87.109 ton), Belçika (74.141 ton), İtalya (41.580 ton) ve Hollanda (27.564 ton) olmuştur.

Ancak bu atıkların büyük bir kısmı geri dönüşüm amacıyla değil, çevreye zarar verecek şekilde bertaraf edilmektedir. İthal edilen plastik atıkların yakılması sonucu kanserojen maddeler toprağa, suya ve havaya karışmaktadır. Bu durum, çevre ve insan sağlığı açısından ciddi tehditler oluşturmaktadır.

Türkiye, 2018 yılında Çin’in plastik atık ithalatını yasaklamasının ardından, bu atıkların en büyük alıcısı haline gelmiştir. Türkiye, 18 Mayıs 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan tebliğ ile özellikle etilen polimer grubundaki plastik atıkların ithalatı yasaklanmış ve yasak 2 Temmuz 2021 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak bu yasak, 10 Temmuz 2021’de alınan yeni bir kararla kaldırılmıştır.

Türkiye’nin plastik atık ithalatı, çevre kirliliği ve insan sağlığı açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin “plastik çöplüğü” haline gelmesine neden olmaktadır. Bu sorunun çözülmesi için plastik atık ithalatının tamamen yasaklanması gerekmektedir. Bu durum küresel atık adaletsizliğidir. Tüketimin kirlilik yükünün başka bölgelere taşındığının göstergesidir.

Türkiye’de üretilen sıvı atıklar (2022);

Toplam 16,4 milyar metreküp atık su deşarj edilmiştir. Atık suyun %52,4’ü termik santraller, %31,2’si belediyeler ve %12,9’u imalat sanayi işyerleri tarafından deşarj edilmiştir. Deşarj edilen atık suyun %76,5’i denizlere, %19,5’i akarsulara, %1,0’i barajlara, %0,8’i foseptiklere, %0,7’si Göl/Göletlere, %0,2’si arazilere ve %1,4’ü diğer alanlara deşarj edilmiştir.

Ayrıca küresel üretim-tüketim zincirinde lojistik faaliyetlerin çevreye olan etkileri genellikle ikincil bir sorun olarak değerlendirilmekte, taşımacılıktan kaynaklanan emisyonlar ve çevresel maliyetler yeterince hesaplanmamaktadır. Bu durum, “sürdürülebilirlik” söylemleri ile ekonomik uygulamalar arasındaki çelişkinin önemli bir örneğidir.

Üretilen Sere Gazları;

Türkiye’de 1990 yılında 187,9 MtCO2 (4,1 ton kişi başı) eşdeğeri iken, 2023 yılında 598,9 MtCO2 (7,0 ton) eşdeğerine ulaşmıştır.

Dünya’ da toplam sera gazı üretimi 1990 yılında 36,0 GtCO2 (6,24 ton) ve 2023 yılında 51,8 GtCO2 (6,59 ton) eşdeğerine ulaşmıştır.

Emisyon üretimleri ülkelere göre çok büyük farklılıklar göstermekte olup, zengin ülkelerin ürettiği emisyon miktarları ortalamanın üzerindedir. Bu durum kirlilik üretme hakkı doğurmaz. Ancak azaltımlarda öncelik sıralamasının belirlenmesinde dikkate alınması gerekir.  Sera gazlarının küresel ısınmadaki etkisinden önce kirlilik etkisi öncelenmelidir.

Sonuç olarak;

Çevre günü, çevresel sorunlar üzerine içeriğine inanılmayan sadece bir görev gereği yalnızca sembolik söylemler ile geçiştirilmektedir. Ekosistem bütünlüğünü esas alan, savaş karşıtı ve adalet temelli bir çevre yaklaşımının benimsenmesi gereklidir.

5 Haziran Dünya Çevre Günü, çevre ile ilgili söylemleri sorgulamak ve gerçek bir dönüşüm iradesi oluşturmak için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Çevresel sorunların yaşanmasının temel nedeni; Çevresel değerlerin sistematik biçimde dışlanmasının yanı sıra, ekosistem değerlerinin ihmal edilmesi ve kısa vadeli çıkarcı politikaların etkin kılınmasıdır.

Böyle günlerde, çevrenin korunması ile ilgili yasal yetkiye sahip olan hiç kimse/kimseler konuşmamalı. En azından sadece bugün dinlesinler.