İKLİM KANUNA SIĞMAZ
Beklenen ancak içeriği kamuoyu tarafından bilinmeyen İklim Kanunu teklifinin, Meclis gündemine geldiğini ve komisyonda kabul edildiğini basın yayın organlarındaki haberlerden; ayrıntılarını ise Türkiye’nin İlk “İklim Kanunu Teklifi”, TBMM Çevre Komisyonunda Kabul Edildi (26 Şubat 2025, 13:47) TBMM haberinden (https://www.tbmm.gov.tr/Haber/Detay?Id=16bd77ef-58ea-480f-8a6f-019541de7fa5) öğrendik.
Yeni elde edilebilen İklim Kanunu tasarısının içeriğine girmeden önce, iklim değişimi tartışmalarına ilişkin bazı önemli hatırlatmalar yapmayı gerekli görüyoruz.
Türkiye’de iklim değişimini ilk gündeme getiren meslek insanları olarak, bilgi birikimimiz ve edindiğimiz deneyimler ışığında, sunulan İklim Kanunu tasarısı ile bağlantılı bazı temel noktaları vurgulamak istiyoruz.
İklim Değişimi Nasıl Sunuluyor?
Son yıllarda meteorolojik olaylara bağlı yaşanan afetler, iklim değişimi ile ilişkilendirilmektedir. Ancak, meteorolojik olayların afete dönüşmesi ya da afetlerin sayısındaki ve etkisindeki artışların asıl nedeni yalnızca ve yalnızca meteorolojik olayların değişimleri değil, plan ve projelerde meteorolojik olaylar dikkate alınmayarak arazi kullanımı ve insan faaliyetleridir.
İklim, meteorolojik olayların istatistiksel bir bütünüdür. Dolayısıyla meteorolojik olayların yalnızca ortalama değerler üzerinden açıklamak bilimsel açıdan yeterli değildir. İklimle ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için, meteorolojik olayların gerçekleşme değerleri ve olasılıkları da dikkate alınmalıdır. İklim dünya var olduğundan beri sürekli değişmektedir ve değişmeye devam edecektir.
İklim Değişimi Ne Zamandır Gündemde?
İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümünde (1955-1956 öğretim dönemi) öğretime başladığından günümüze çeşitli seviyelerde Klimatoloji (İklim Bilimi) dersleri zorunlu ve ayrıca seçmeli olarak verilmektedir. Meteoroloji Mühendisleri Odası kurulmadan önce; meteoroloji ve farklı sektörlerde meteoroloji ile ilgili çalışan meslek insanlarının da içerisinde bulunduğu kişilerin kurduğu Meteoroloji Cemiyeti tarafından yayımlanan (1965-1972) Hidro-Meteoroloji dergisinde iklim değişimi ele alınmıştır.
Meteoroloji Mühendisleri Odası’nın kurulmasının ardından (1970) birçok resmî belgede ve platformda meteorolojik olaylarla bağlantılı olarak yaşanan sel, taşkın, kuraklık, kar çığı ve iklim değişikliği gibi konular gündeme getirilmiştir. Yani 1970’li yılların öncesinde Meteoroloji Mühendisleri iklim değişimini gündemde tutmaya çalışıyordu.
Odamız tarafından 1998 yılında düzenlenen Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler Sempozyumunda, iklim değişimi konusu da ele alınarak, meteorolojik olaylara bağlı yaşanan afetler kapsamlı bir şekilde değerlendirilmiştir. Sempozyumun sonuç bildirgesinde, meteorolojik olaylara bağlı yaşanan afetlerin ve sorunların en aza indirilmesi için kısa, orta ve uzun vadeli önlemler belirlenmiştir. Bu öneriler doğrultusunda önlemler alınmış olsaydı, yakın geçmişte yaşanan birçok meteorolojik olayın afete dönüşmesi önlenebilirdi.
Odamız tarafından 1999 yılında yayımlanan Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler ve Meteorolojik Önlemler Raporunda birbirinden farklı 31 doğal afet öncelik ve önem sıralamasına göre değerlendirilmiştir. Bu raporda meteorolojik olayların etkilerinin analiz edilmesinin yanı sıra iklim değişikliğinin de dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Meteoroloji Mühendisleri Odası tarafından 14 Mart 2003 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Serbest Mühendislik Müşavirlik Hizmetleri Yönetmeliğinde iklim değişikliği çalışmaları da yer almıştır. Bu yönetmelik ile, meteorolojik parametrelerin mühendislik hesaplarında kullanılmasının çerçevesi belirlenmiştir. Meteorolojik olayların, meteoroloji mühendisliği kriterlerine göre hesaplanıp planlara entegre edilmemesi ve projelerin boyutlandırılmasında dikkate alınmaması halinde, olağan meteorolojik olayların afete dönüşmesi kaçınılmaz olmaya devam edecektir.
Odamız, İklim değişiminin sadece günümüzün sorunu olmadığı, dünya var olduğundan beri farklı şiddetlerde yaşanan bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Doğal nedenlere bağlı yaşanan iklim değişiminin yanı sıra, özellikle 1900’lü yıllardan itibaren insan kaynaklı faaliyetlerin neden olduğu karbon emisyonlarının küresel ısınma üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Atmosferde biriken karbon emisyonları, küresel sıcaklık artışına yol açarak ana iklim kuşakları ve alt iklim bölgeleri üzerinde değişimlere neden olmaktadır ve olmaya devam edecektir. Bu değişimler her bölgeyi farklı şekilde etkilemektedir. Ayrıca, iklim değişimi meteorolojik olayların ekstrem değerlerini ve bu ekstrem değerlerin süresini değiştirme potansiyeline sahiptir.
İklim Değişimi Toplumun Gündemine Ne Zaman Geldi?
İklim ilgili tartışmalar, 1997 yılında kabul edilip 1998’de imzaya açılan, Türkiye’nin ise 24 Mayıs 2004’te taraf olduğu ve 2005’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) uygulama anlaşması niteliğindeki Kyoto Protokolü (COP3) ile ülke gündemine girmiştir. Bu süreç, iklim değişikliğine karşı mücadele olarak tanımlanmış ve “Türkiye’nin finansman ihtiyacı, kapasite arttırımı, finansman, teknoloji transferi gibi konularda çalışma yapılma olanağı doğmuştur” şeklinde açıklamalarla kamuoyuna sunulmuştur. Bu gelişme akademik çevreler tarafından tartışılmış, bazı kesimler bu yaklaşıma sahip çıkılması gerektiğini savunmuşlardır.
İklim değişiminin önemini sürekli vurgulayan Odamız, her olayın iklim değişimiyle ilişkilendirilmesinin bilimsel açıdan hatalı olduğunu belirtmektedir. Bunun yerine, doğal alanların, su havzalarının korunması, atmosfere sera gazı salınımlarının azaltılması yönünde somut adımlar atılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu uygulamalarda küresel ölçekte işbirliğinin sağlanmasının önemi belirtilerek, ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Sürecin Kyoto Protokolü’nde belirtilen ilkeler doğrultusunda ilerlemesi durumunda, dünya genelindeki eşitsizliklerin daha da derinleşebileceği, emisyon azaltımı ile ilgili ciddi adımlar atılamayacağı belirtilerek sürecin iyi analiz edilmesi gerektiği dile getirilmiştir.
2000’li yıllardan sonra meteorolojik olaylara bağlı yaşanan afetlerin iklim değişimi ile ilişkili olduğuna dair haberler yoğunluk kazanmıştır. Hemen hemen tüm meteorolojik parametrelere bağlı yaşanan afetler iklim değişimi ile açıklanırken, taşkın alanlarının yerleşime açılması, doğal alanların yok edilmesi, sulak kaynak alanlarının daraltılması gibi faaliyetler son hızıyla devam etmiştir.
Her yıl farklı bir ülkede düzenlenen Taraflar Konferansı (COP) toplantıları, özellikle 2010’lu yıllardan itibaren daha geniş bir kamuoyu ilgisi görmeye başlamıştır. Süreç ilerledikçe, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC-BMİDÇS) kapsamında sera gazı emisyonlarının azaltılması, düzenlenmesi ve finansmanı ile ilgili olan Paris Anlaşması (COP21), 2015 yılında kabul edilmiş, 2016 yılında yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından 2021 yılında onaylanmıştır. Paris Anlaşması’nın uzun vadeli hedefi, endüstrileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2°C’nin altında tutulmasını sağlamak, mümkünse bu artışı 1,5°C ile sınırlamaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının azaltılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmesi gerekmektedir. Ancak önerilen bu süreç, uluslararası gerçeklikler göz önünde bulundurulduğunda, yoksulların haklarını gözetmeden kirletenlerin lehine olacak şekilde gelişmektedir.
Net Sıfır
Son yıllarda çevresel kısıtlara hitap etme aracı olarak doğanın birikim ve finansallaşmasını hedefleyen doğal sermaye inisiyatifleri artmıştır. Doğanın finansallaştırılmasına aracılık etmek amacıyla İngiltere Çevre Bankası 2011 yılında kurulmuştur.
Gelişmiş kapitalist ülkelerin, karbon azaltımına yönelik gelişmekte olan ülkelere sağlanacak finansmanı, diğer ülkelerin ekonomilerini küresel sermayeye açıp açmayacaklarına bağlamaktadır.
Uluslararası bazı şirketlerin içerisinde bulunan şirketlerin kendi aralarında yaptığı Doğal Varlık Şirketi anlaşmasından üç gün sonra Glasgow Birleşmiş Milletler Konferansı 31 Ekim -12 Kasım 2021 (COP26) tarihlerinde yapılmıştır.
Net sıfır, bazı uluslararası şirketlerin aralarında anlaşmalarından hemen sonra finansal ittifakın güçlendirilmesi adına kabul edilmiştir.
Net sıfır hiçbir şekilde gerçekçi olmayan bir hedeftir. Ancak süreçten anlaşılmaktadır ki, uluslararası şirketlerin kendi ittifaklarıyla oluşturulan ticari bir yapının aracıdır.
İklim Kanunu tasarısı, sadece net sıfır temel yaklaşımına bağlıdır.
Net sıfır temelli oluşturulan yapı uluslararası şirketlerin amaçlarına hizmet edecek olup, ülkemizi doğal alanların korunması başta olmak üzere ekonomik alanda güçsüz kılacaktır.
Bu yapı, atmosferi adeta bir ticari alan olarak ele almakta ve karbon piyasaları üzerinden yeni finansal mekanizmalar önermektedir. Ancak, bu finansal sistemin atmosferin korunmasında ne kadar etkili olduğu ve esas amacının gerçekten çevreyi korumak mı yoksa belirli ekonomik çıkarları desteklemek mi olduğu sorgulanmalıdır.
Günümüzde Yaşanan Güncel Sorunlar ve İklim Değişimi
Günümüzde en çok gündeme gelen doğal afetlerden biri olan sel ve taşkınlar ele alındığında, öncelikle yağışların süre, şiddet ve frekans gibi farklı özelliklerindeki değişimlere bakmak gerekmektedir.
Aynı ölçüm periyoduna sahip meteoroloji istasyonlarının yağış verileri incelendiğinde, sel ve taşkınların oluşmasına neden olan yağışların şiddet olarak önceki yağış değerlerini aşmadığı ya da hesaplanan gerçekleşebilecek yağış değerlerinden küçük olduğu görülmektedir. Bu olayların oluşmasındaki en önemli ve bilinen neden, yerleşim alanlarının sel ve taşkın riski taşıyan bölgelere kurulmuş olmasıdır.
Göllerin ve akarsuların su miktarları bakımından yaşadığı sorunlar açısından değerlendirildiğinde, akarsular ile göllerin suları azalmakta ve kalite bakımından olumsuz yönde değiştiği gözlemlenmektedir. Su bütçesinin değerlendirilmesi için öncelikle yağışların analiz edilmesi gerekmektedir. Ülkemizde yağış miktarları üzerinde yapılan çalışmalarda, toplam yağışlarda bir azalma olmadığı tespit edilmiştir. İkinci durum olarak, su toplama havzaları, su kullanımı ve su yapıları bakımından değerlendirildiğinde, göllerin ve akarsuların su miktarının azalmasının ya da kurumasının yağış değişimlerinden değil, havzadaki yapılaşmalar ile diğer etkilerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Orman yangınlarında meteorolojik koşullar kritik bir rol oynamaktadır. Yüksek sıcaklık, düşük nem ve rüzgârlı hava koşulları, orman yangınlarının kontrol altına alınmasını son derece zorlaştırmakta, hatta bazı durumlarda imkânsız hale getirmektedir. Orman yangınlarının çıkış nedenleri olarak ele alındığında, orman yangınlarının yaklaşık %90’ı doğal olmayan nedenlerden, yaklaşık %10’u ise doğal nedenlerden oluşmaktadır. Yanan alanların ise yaklaşık %97,5’i doğal olmayan nedenler ile çıkan yangınlar sonucunda yanmaktadır. Sadece %2,5 kadarlık bir alan doğal nedenlerden dolayı yanmaktadır. Bu nedenle, bir orman yangınını doğrudan iklim değişikliğiyle ilişkilendirmeden önce, yangının çıkış sebebini ve etkilenen alanın özelliklerini detaylı bir şekilde incelemek gerekmektedir.
Tarımsal üretimde meydana gelen değişimler, tarım alanları, ormanlar ve meraların özellikleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu ekosistemlerin değişiminde birçok faktör rol oynarken, insan kaynaklı faaliyetlerin ve arazi kullanımındaki değişikliklerin etkisi dikkatle analiz edilmelidir. Yaşanan sorunlar genel ifade ile iklim değişimine bağlanması sorunları çözümsüz kılar.
Nedeni doğru tespit edilemeyen sorunun çözümü mümkün değildir.
Kentleşme ve İklim
Kentleşme, doğası gereği doğal alanları dönüştürdüğü için bölgenin meteorolojik olaylar üzerindeki etkilerini de değiştirmektedir. Kentleşme bir plan kapsamında ve planlarda meteorolojik parametreler dikkate alınmadan yapıldığı sürece, olağan meteorolojik olayların kent çapında afete dönüşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Son zamanlarda, kentlerde meteorolojik parametrelere bağlı yaşanan sorunlar iklim değişimine bağlanarak “iklim değişimine dirençli kentler” yaklaşımı ortaya konmakta ve bu konularda bolca raporlar hazırlanmakta ya da hazırlatılmaktadır. Ancak, yaşanan sorunların nedenleri bilinmesine rağmen, bu kavramın aslında kentlerin mevcut sorunlarını gizlemek amacıyla ortaya atıldığı anlaşılmaktadır. Geçmişten beri ölçülen, gerçekleşeceği öngörülen ve hatta uç değerlerde olmayan meteorolojik olaylara direnemeyen kentlerin, değişen iklim koşullarına nasıl dirençli hale getirileceği sorusu ise yanıtsız kalmaktadır.
Günümüzde kentleşme politikaları, dere yataklarına yerleşim alanlarının inşa edilmesi, yeşil alanların daraltılması ve yeni yerleşim bölgelerinin mevcut yerleşimleri olumsuz etkileyecek şekilde gelişmesi gibi sorunlarla devam etmektedir. Bu durum göz önüne alındığında, küresel iklim modellerinin kentlerin karşı karşıya olduğu sorunlara etkili bir çözüm sunamayacağı açıktır.
Kentlerde yaşanan sorunların temelinde iklim değişimi değil, meteorolojik parametrelerin dikkate alınmaması yatmaktadır. Bu noktada sorulması gereken temel sorular şunlardır:
- Tüm bu olumsuzluklar neden iklim değişimi ile açıklanmaya çalışılmaktadır?
- Yaşanan olaylarda, iklim değişiminin yanı sıra diğer etkenlerin ve sorumlulukların da göz ardı edilmesinin nedeni nedir?
Bu soruların yanıtlarını aramak, kentleşme politikalarının eksikliklerini ve çözüme yönelik gerçekçi yaklaşımları ortaya koymak açısından büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda iklim değişimine dirençli kent söylemi bir kandırmacadır.
İklim Değişimi ve Atmosferik Kirlilik
Odamız yayımladığı belgelerde, atmosfere salınan sera gazlarının bir kısmının asit yağışlarına neden olduğu bu yağışların ise tarım, orman, mera alanları ve su kaynakları üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını vurgulamaktadır. Ayrıca, havada birikerek hava kirliliğine yol açan bu gazlar, ciddi sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu nedenle atmosfere salınan her türlü sera gazlarının mutlaka azaltılması gerekmektedir. Aslında, bu durum iklim değişikliğinden bile daha acil bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerekçeler doğrultusunda, atmosfere salınan her türlü kirletici gaz ve partikül maddenin yasal sınır değerlere uyarak azaltılması ve mümkünse yasal değerlerin altına inilmesini sağlayacak önlemler geliştirilmelidir.
Bu noktada iyi anlaşılması gereken temel konu şudur: Emisyonların azaltılması, doğanın korunması ve canlı yaşamının sürdürülebilmesi için bir zorunluluktur. Bu doğrultuda her türlü emisyonun azaltılması için özel çaba gösterilmelidir. Ancak burada şu kritik soruyu sormak gerekmektedir: Mevcut mevzuatımızda emisyonların azaltılmasına yönelik düzenlemeler bulunmasına rağmen, neden bu düzenlemeler tam anlamıyla uygulanmamaktadır?
Günümüzde yürürlüğe konulmaya çalışılan sistem, gerçekten emisyonların azaltılmasını mı hedeflemektedir, yoksa başka bir amaç mı gözetilmektedir? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için öncelikle meteorolojik olaylara bağlı olarak yaşanan afetlerin doğrudan iklim değişiminden mi kaynaklandığını, yani yaşanan meteorolojik olayların beklenmeyen ve olağan dışı olup olmadığını dikkatle incelemek gerekmektedir.
Zaman içinde iklim değişimi süreci, birçok farklı tartışma çerçevesinde ele alınmıştır. Son yıllarda, meteorolojik olaylara bağlı olarak yaşanan afetlerin doğrudan iklim değişimiyle ilişkilendirildiği açıklamalar medya gündeminde geniş yer bulurken, afetlerin esas nedenleri üzerinde yapılan bilimsel değerlendirmeler kamuoyuna yeterince yansıtılamamıştır.
Özellikle şu konuların ele alınması gerekmektedir:
- Arazi kullanımındaki değişimler,
- Nüfus yoğunluğu ve hareketliliği,
- Kentleşme politikaları ve yerleşim yerlerinin fiziki konumu,
- Sel ve taşkınların etkilerinin artması,
- Tarımsal üretimdeki değişiklikler,
- Orman alanlarının küçülmesi ve orman yangınlarının çıkış nedenleri,
- Su kaynaklarının ve akış alanlarının doğal süreçlerinin değiştirilmesi,
- Göllerin su dengelerinin bozulması,
- Ulaşım yapılarının inşasında meteorolojik koşulların göz ardı edilmesi.
Tüm bu faktörler, doğrudan iklim değişimine bağlanarak göz ardı edilmekte ve günümüze kadar bu şekilde gelinmiştir. Ancak farklı görüşleri dile getirmeye çalışanların söz hakkı kısıtlanmakta, yaşanan olayların temel nedenleri bilimsel değerlendirmeler yapılmadan doğrudan iklim değişikliğine bağlanmaktadır.
Sonuç olarak, bu çerçevede kamuoyuna yapılan açıklamalar eşliğinde, uluslararası bir sürecin ürünü olan İklim Kanunu önümüze getirilmiştir. Ancak, bu kanunun getirdiği düzenlemelerin gerçekten küresel ısınmayı engellemek amacına mı hizmet ettiği, yoksa farklı ekonomik ve politik hedefleri mi gözettiği dikkatle değerlendirilmelidir.
İklim Kanunu Tasarısı Kamuoyuna Nasıl Sunuldu?
İklim kanunu hazırlıkları yapıldığına dair kısmı bilgileri kamuoyuna yansımaktaydı. Bu konuda yapılan ayrıntıdan bir bütünlük içerisinde bilgiler paylaşılmıyordu. İklim Şurası sonuç bildirgesi (https://iklimsurasi.gov.tr/sayfa/sonuc-bildirgesi) ve iklim şurası 2022 raporu (https://iklim.gov.tr/db/turkce/dokumanlar/iklim-surasi-3135-20241024123150.pdf) yayınlanmıştı.
İklim Şurası Alınan Kararları ile ilgili olarak odamızın Ağustos 2022 e-bülteninde (https://meteorolojimuh.org.tr/wp-content/uploads/2024/09/agustos2022.pdf) eleştirel bir makale de yayınlanmıştı.
25 Şubat 2025 tarihinde ise İklim Kanunu (https://iklim.gov.tr/turkiyenin-ilk-iklim-kanunu-geliyor-haber-4431) İklim Değişikliği ile Mücadelemize Yeni Bir Soluk Getirecek başlığıyla İklim Kanunu Tasarısı tanıtıldı. 26 Şubat tarihinde ise İklim Değişikliği Başkanı Hasar, TBMM’ye gelen İklim Kanunu’na ilişkin basına açıklamalarda bulundu (https://iklim.gov.tr/iklim-degisikligi-baskani-hasar-tbmm-ye-gelen-iklim-kanunu-na-iliskin-basina-aciklamalarda-bulundu-haber-4433) haberi ve ardından,
Türkiye’nin İlk “İklim Kanunu Teklifi”, TBMM Çevre Komisyonunda Kabul Edildi başlığıyla (2025-02-26- 13:47 https://www.tbmm.gov.tr/Haber/Detay?Id=16bd77ef-58ea-480f-8a6f-019541de7fa5) haberi yayınlandı. Haber, Çevre Komisyonu’nun Diyarbakır Milletvekili Mehmet Galip Ensarioğlu başkanlığında toplandığı, Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu Teklifi”nin AK Parti milletvekillerinin imzasını taşıdığı ve TBMM Çevre Komisyonunda kabul edildiği belirtiliyordu.
Kanun tasarı metnine ancak görüşmenin bitirildiği tarihte ulaşabildik. Komisyon tutanakları incelendiğinde, Komisyonda 15 Vekilin söz aldığı, üç oluşumun ve Meslek örgütlerinden sadece Tabipler Birliğinin temsilcisinin bulunduğu ve görüş bildirdiği, demokratik kitle örgütlerinden hiçbir örgütün olmadığı, teklifin ise çok hızlı bir şekilde kabul edildiği tutanaklardan anlaşılmaktadır.
Bu durum, tasarının kamuoyu ile hiçbir şekilde paylaşılmadan göstermelik sunumlar ile yasalaştırılmaya çalışıldığını göstermektedir.
Türkiye Paris Anlaşmasını imzalamak için uzun süre beklemiş ve sonrasında hızlı bir karar değişikliği ile imzalayarak Meclisten onaylamıştı. Bu kanun tasarısının bu kadar hızlı şekilde tartışılmadan yasalaştırılmaya çalışılmasının nedeni ne olabilir?
Bu bilgilerden sonra, İklim Kanunu Taslağına bakmak gerekiyor.
Tasarının geneli üzerine;
Kanunu zorunlu kılan gerekçelerin, öncelikle hangi sorunlardan kaynaklı olduğu ve bu sorunların nasıl çözülebileceği idari ve teknik yönleri ile ortaya konabilmelidir. İkincil mevzuatta yer alması gereken konular ise kanun metni içerisinde konmamalı ve diğer kanunlarında tekrarı olmamalıdır.
Kanun tasarı bütünü olarak ele alındığında, ortaya konan maddeler bazı kanunların ve özellikle 2872 sayılı Çevre Kanunun bazı maddelerinin tekrarı şeklinde olduğu görülmektedir. Ayrıca Tarım ve Orman Bakanlığı görev alanları ile de ilişkilidir.
Tasarı gerekçesinde, meteorolojik olaylara bağlı yaşanan tüm sorunları iklim değişimine bağlanarak, sorunların hiç de gerekçi olmayan “net sıfır” hedefi ile çözüleceği gibi büyük bir yanlışa dayalı yaklaşım sunulmaktadır.
İklim değişimi bir gerçekliliktir. Ancak yaşanan sorunların çözümü için öncelikle diğer etkiler ile özellikle kirlilik konusu ele alınmalıdır. Net sıfır hedefi hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Asıl gerçekçi hedefler öne alınmalıdır. Sadece sera gazları ticareti ile ilgili bir düzenleme olacak ise bu kanun adı İklim Kanunu ya da adında iklim sözcüğü olmamalıdır. Buna başka bir isim bulunmalı ve içeriği de değiştirilmesi gerekir.
Bu kanun tasarısının özü emisyonları bir ticari alana çekmekte ve bir ticari sistem önermektedir. Tasarının, uygulanmasında ülkemizin endüstriyel durumu ile sektörlerin durumları ve etkileri çalışılarak katkılarının ya da zararlarının neler olacağı belirlenmesi gerekir. Ortaya konan ticari yaklaşım ile nasıl bir üretim sorunları ile karşılaşacağımız ise belirli değildir. Ayrıca bu kanun tasarısı, doğal kaynakların korunması gibi bir hedefi sadece gerekçesinde belirtmektedir. Kanun içerisinde doğal alanların korunmasına dair koruyucu bir durum söz konusu değildir. Zaten kanun tasarısının önemli kısmını oluşturan koruma, geliştirme, ilkeler gibi kısımlar diğer kanunların kısmı tekrarı şeklindedir.
Tasarıdan Seçilen Bazı Maddeler Üzerine Değerlendirme;
Esaslar
MADDE 4- (3) Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler; kendi yetki ve sorumlulukları çerçevesinde plan ve projeler yapar, yaptırır, uygular, destekler ve iş birliği yapar.
Açıklama; Her kurum kanunların verdiği yetkiye göre hareket etmek zorundadır. Ülkemizde en büyük sorun kurumların kendi kanunlarında belirtilen yetkilerini kullanmama ya da kullanamamasından kaynaklı yaşanan sorunlardır. Bu ifadenin yazılmasına neden gerek duyulur?
Sera gazı emisyonlarının azaltım faaliyetleri
MADDE 5- (5) Net sıfır emisyon hedefinin sağlanmasına yönelik emisyonların dengelenmesi için orman, tarım, mera ve sulak alanlarda karbon yutağı kayıplarım engellemek üzere ilgili kurum ve kuruluşlarca tedbirler alınır, yutak alanların ve korunan alanların korunarak artırılması sağlanır.
Açıklama; Orman, tarım, mera ve sulak alanların korunması diğer kanunların verdiği bir zorunluluktur. Korunması için Net sıfır hedefinin konması ne anlama gelmektedir? Bu sayılan alanlar su güvenliği açısından mutlaka korunması gerekir. Bu ifadeye neden gerek duyulur?
İklim değişikliğine uyum faaliyetleri
MADDE 6- (4) İklim değişikliğinin etkilerine karşı su kaynaklarının etkin yönetimini sağlamak üzere planlama araçları, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca hazırlanır ve uygulanır.
Açıklama; Su kaynaklarının korunması ile ilgili her türlü rapor hazırlanması, çalışma yapılması gibi konular ilgili kurumların görevleridir. Yapmazlar ise suçtur. Neden böyle bir madde eklenmiştir.
Tasarının bu maddesinin diğer fıkraları içinde aynı gerekçeler geçerlidir. Mevzuatta var olan görevler yeniden veriliyor. Kanunun özünü oluşturan ticari yapının gizlenmesi amacıyla diğer kanunlarda olan bu maddelerin yazıldığı açıktır.
Tüm Maddeler üzerine; Seçilen bazı maddelerin fıkralarına ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Tüm mevzuat açısından bakıldığında, diğer alt başlıklar hiç yazılmasa da tasarı hedefi için bir eksiklik olmayacaktır.
Tasarıda yeni durum, sadece üçüncü bölüm ve sonrasıdır. Kanun tasarısının adı değiştirilerek sadece üçüncü bölümüyle yeni oluşturulmaya çalışılan ticari alan tanımlanabilir. Ancak bu düzenlemenin adı hiçbir zaman iklim kanunu olmaz. Bu yapının oluşturacağı ekonomik yapının ülkemize oluşturacağı ek maliyetler çok büyük olacaktır.
Sonuç olarak;
Kanunların uygulanmamasından kaynaklı sorunların tespiti önemlidir. Dünyayı korumak için yeni bir kanun ve kanun sürecine sığınmaya gerek yok.
Enerji üretimi, sanayi, ulaşım, su havzalarının korunması, kullanılmış sular ile baca gazlarının keyfi olarak salınamayacağı, kent planlarının ve inşaatların nasıl yapılacağı, tarım, orman ve mera alanlarının ne şekilde korunacağı, tarımsal üretimde çiftçilerin, orman köylüsünün nasıl destekleneceği, hayvan besiciliği, su ürünleri yetiştiriciliği, konutlarda enerji verimliliği ve tasarrufu, bina ısı izolasyonu, yağmur sularının atık sulara karıştırılmayacağı, koruyucu sağlık hizmetlerinin neler olduğu, nasıl uygulanacağı, burada sayılmayan bir çok konularda hizmetler ile üretimlerin nasıl planlanacağı ve yapılacağı ulusal mevzuatta belirlenmiştir. Asıl sorun mevcut kanunların uygulanmamasındadır.
Bu kanun tasarısı, uluslararası şirketlerin taleplerini karşılayacak şekilde emisyon piyasası oluşturmayı amaçlamaktadır. Kirleten öder ya da bulacağı pazar alanına göre ödemez. Ayrıca bu tasarı kanunlaşması durumunda birçok ülkede üretilecek ürünün ülkeye girmesi engellenmiş olacaktır. Belirlenen teknolojiyi elinde bulunduran ülkelerin ya da şirketlerin ürünleri dolaşıma girebilecektir.
Bu tasarı, ulusal mevzuatımız kapsamında değerlendirildiğinde, kamu kurum ve kuruluşlar ile yerel yönetimlerin görevlerini yapmadıkları ya da yapamadıkları sonucu çıkmaktadır. Bir kurum, görevini neden yapmaz ya da yapamaz?
İklim ve İklim değişimi ile ilgili olan Meteoroloji Mühendisleri olmadan, İklim ile ilgili düzenlemede, iklim sadece sözcük olarak yer alır.
Bu kanun tasarısı, iklimi kullanarak uluslararası şirketlerin talepleri doğrultusunda yeni ticari düzenleme yapmaktır. Bunun böyle olacağı 1997 Kyoto ile belirtilmişti.
Bu tasarı değerlendirilirken, COP26 öncesi anlaşan uluslararası şirketlerin aralarında yaptığı anlaşmanın ülkemize etkileri dikkate alınmalıdır.